2022 -2023 ADLİ YILI AÇILIŞI SEBEBİYLE KIBRIS TÜRK BAROLAR BİRLİĞİ VE MAHALLİ BAROLAR’IN BASIN AÇIKLAMASI


Yasama ve Yürütme:

Kıbrıs Türk Toplumunun KKTC Devletine olan inanç, aidiyet ve bağlılığının dibe vurduğu bir dönemin içerisinde olduğumuzu üzüntü ile gözlemlemekteyiz.

Ülke sorunlarının çözüm adresi olması gereken siyaset, kendi sorunlarını dahi çözemeyecek duruma düşmüş; dahası, sadece sorun ve hatta kaos üretir bir noktaya gelmiştir.

Son iki yıl zarfında aynı üç siyasi partinin oluşturduğu 8 hükümet kurulmuştur. Ülke siyasetinin bu süre zarfında bakanlar kurulu oluşumu veya bakan değişikliklerinden başka bir gündemi neredeyse olmamıştır.

Böyle bir yapıdan, yönetim fonksiyonunu layiki ile yerine getirmesinin zaten beklenemeyeceği gerçeği bir yana; bir de bu duruma dış müdahalelerin yol açtığına ilişkin ortaya çıkan görüntü, toplumun rencide olmasına, değersiz hissetmesine, seçimlerden, demokrasiden, devlet çatısından ümidini kesmesine sebep olmaktadır. Bu müdahalenin doğrudan muhatabı olan seçilmişlerin ise, bu durumu kabullenmelerini, hazmetmelerini ve normalleştirmelerini ibret ve endişe ile izlemekteyiz.

Ülkede yıllardır ciddi bir şekilde muhaceret denetimi uygulanmamasının yol açtığı vahim sonuçlar, açıkça ortadadır. Yasal ve geçerli bir amacı olup olmadığı süzülmeden rahatça ülkeye giriş yapan veya yasal bir statüsü olmaksızın yıllarca ülkede kalan kişilerin karıştığı olaylar her geçen gün artmaktadır. Bu denetimsizlik, ayrıca ülkedeki fiili nüfusun hem sayısal hem de nitelik olarak tespitini imkansız kılmaktadır. Devletin ülkeye ancak yasal bir statü/amaçla giriş yapılmasını ve bu amaç/statüye uygun olarak ülkede bulunulmasını sağlamak yönünde yıllardır gösterdiği umursamazlık, toplumun can ve mal güvenliğinden ciddi şekilde endişe etmesine; kriminal olayların gün be gün tırmanmasına; sosyal yapının kötü bir şekilde evrilmesine sebep olmakta; Kıbrıs Türk Toplumu’nun huzurunu bozmaktadır.

Vatandaşlık ve göç konusunda, özellikle toplumsal yapıyı ve ülkenin kaynak ve imkanlarını dikkate almaksızın yapılan uygulamaların ciddi ve kalıcı birçok soruna yol açtığı da ifade edilmelidir. Pek çok sosyal komplikasyonun yanısıra özellikle devletin en önemli kamusal görevlerinin başında gelen sağlık ve eğitim hizmetlerinin, trafik ve altyapının ülke nüfusu karşısında yetersiz kaldığı açıkça ortadadır. Nüfus ve göçe ilişkin orta ve uzun vadeli program ve politika belirlemesi beklenen hükümetler, bunu yapmak bir yere; yasada yer alan istisnai vatandaşlık verme yetkisini adeta rutin bir uygulamaya çevirmekte ve yasal kriterlerin varlığını aramadan, komik denecek gerekçelerle , ülkeyle doğru dürüst bağı olmayan kişilere bile vatandaşlık dağıtmaktadır. Bu, en hafif ifadesiyle yasal yetkinin kötüye kullanımı olduğu kadar; KKTC Vatandaşlığının değerinin bizzat devletin kendi eliyle düşürülmesi değil midir? Bu ülkeye kötülük yapmak değil midir?

Kamu güvenliği açısından hayati bir fonksiyona sahip olan Polis Teşkilatının bu ana görevini layiki ile yerine getirme konusundaki yeterliliği her geçen gün azalmaktadır. Nüfus ve vaka artışı ile zıt bir şekilde polis sayısının gerekenin çok altında kalmasının yanı sıra; teşkilattaki yozlaşma, gruplaşma, husumet, terfi, nakil ve görevlendirmelerde yaşanan adaletsizlik gibi sorunlar polisin verimliliğini ve güvenilirliğini ciddi ve olumsuz şekilde etkilemektedir.

İmar, şehircilik ve çevre bakımından ortaya çıkan tablonun vahameti her geçen gün artmaktadır.  Gelişme ve büyümeyi sadece inşaattan ibaret gören bir zihniyetin hakimiyeti altında dağlar, tepeler, denizler, dereler, tarım alanları, hızlı bir şekilde betona dönüşmektedir. Hem doğa geri dönülmez bir şekilde zarar görmekte; hem de şehirler, köyler çirkin beton binalarla doldurularak, kimliklerini kaybetmektedir. Siyasi erk, yasa, imar planı ve emirnameler eli ile uzun vadeli bir planlama yapmak yerine; bu konuda çok yoğun tartışmalar yaratmakta; bu belirsizlikle akan zaman içerisinde ülkemiz telafisi imkansız bir şekilde zarar görmeye devam etmektedir. Bu açıklamayı dün tamamladık. Bugün uyandık ve yerine hiçbir düzenleme konulmadan Mağusa – Yeni Boğaziçi – İskele Emirnamesi’nin kaldırıldığını öğrendik. Olacak iş değil! Gerçekten bu ülkeyi sevmiyorlar.

Çevre ve hava kirliliğinin önüne geçilmesi için etkin hiçbir çalışma yapılmamaktadır. Denizler kirlenmekte, ormanlar yanmaktadır. Elektrik üretimi ile ortaya çıkan hava kirliliğini çözmesini beklediğimiz yetkililer, yıllardır yakıt alımı ile ilgili rantın peşinde birbirini yemektedir.

Sağlık, gıda güvenliği, tarım, eğitim, trafik ve yol güvenliği gibi yaşamsal konularda temel ihtiyaçların bile karşılandığını söylemek mümkün değildir.

Toplum bireylerinin aldığı nefes kadar önemli olan bu sorunları çözmekle ilgili bir çaba değil; niyet dahi gözlemlenememektedir.

Geleneksel, klasik denebilecek fonksiyonlarını yerine getirmekten aciz duruma düşürülen bu devletin, insan, kadın ve çocuk hakkı ihlalleri; sosyal adaletsizlik, fırsat eşitsizliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği; ev içi şiddet; insan ticareti; işçi sağlığı ve güvenliği gibi konularda yaşanan ciddi sorunları çözmeye yönelik bir irade, niyet ve vizyona sahip olması söz konusu bile değildir.

Ülkede hiçbir konuda işlerin iyi gitmediği açıkça ortadadır. Sorunlar, boyumuzu aşmış durumdadır. Yetişmiş, eğitimli, genç insanlarımız kurtuluşu başka ülkelerde aramakta; göç yollarına düşmektedir. Nicelik olarak zaten dünyanın en küçük toplumlarından biri olan Kıbrıs Türk Toplumu, günden güne erimektedir.

 

Adına devlet denen ve çağdaş dünyada insan/toplum için var olduğu kabul edilen bu yapı, toplumun ve bireylerinin en temel, günlük sorunlarını dahi çözemeyecekse, varlık sebebi nedir? Ne için vardır?

 

Buna karşın siyasetin, bürokrasinin ve kamu yönetiminin adaletsiz, liyakatsiz, torpil ve kayırmaya dayalı uygulamalarla altının oyulduğu bir devlet yapısından çözüm beklemenin de hayalcilik olduğunun farkındayız. Kıbrıslı Türk Toplumunun bir çözümle uluslararası hukuk tarafından tanınan bir devlet yapısına sahip olmasının, tek kurtuluş yolu olduğu açık bir şekilde ortadadır. Seçilmişlerin ülkeye ve topluma yapacakları en büyük iyilik, ivedi bir şekilde çözümün sağlanması için var güçleri ile çalışmak olacaktır.

 

Yargı:

Yasama ve Yürütme ile ilgili var olan bu kötü ve karamsar tabloya karşın; toplumda Yargı organına olan güven ve inancın büyük oranda korunduğu açıktır.

Ülkede her şeye rağmen mevcut Anayasal düzen içerisinde yargı organının temel niteliği olan bağımsızlığının mevcut olduğu görülebilmektedir. Yargının bağımsızlığı hayati önemdedir. Koşullar her ne olursa olsun, yargının bağımsızlığının korunması, ülkedeki her bireyin, her kurumun ortak derdi / hedefi olmalıdır. Yargı bağımsızlığının sağlanamadığı veya yitirildiği ülkelerde, bizzat yargı eliyle yol açılan hak ihlalleri ve adaletsizlikler, bireyleri iktidarlar veya egemenler karşısında çaresiz, güçsüz ve aciz kılmaktadır.

Geçtiğimiz yıl Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu bir karar sonrası, Türkiye Cumhuriyeti iktidar mensuplarının yargımıza yönelik saldırıya varan açıklamaları ve bu açıklamalar karşısında yerel yöneticilerin sinik tavrı, tarihsel bir örnek olarak hatırlanmalıdır.

Zaman zaman yargımızın Türkiye yargısı ile uyumlaşması veya benzeşmesi gerektiği yönünde dile getirilen görüşler, Türkiye yargısının iktidar güçleri karşısında getirilmiş olduğu durum dikkate alınarak okunmalıdır. Bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiş bir yargısal yapıyla benzeşme, bireylerin bu topraklar üzerindeki son güvencesinin de ortadan kalkmasından başka bir anlama gelmeyecektir.

Bu bağlamda Anayasa ile kurulan yargı yönetimi ve Yüksek Adliye Kurulu’nun oluşumuna ilişkin yapının korunması, buna bağlı olarak Adalet Bakanlığı ve benzeri mekanizmalarla yargı bağımsızlığının sulandırılması girişimlerine karşı çıkılması, başta hukukçular olarak bizim olmak üzere tüm toplumun görevidir. Az önce ifade ettiğimiz saldırı sonrasında Barolar tarafından yapılan “Yargı Bağımsızlığına Sahip Çıkıyoruz” eyleminin toplumsal bir harekete dönüşmesi, bu görevin toplum tarafından içselleştirilmiş olduğunu net olarak ortaya koymuştur.

Yargının temel niteliği olan bağımsızlık unsurunun varlığı ve bu bağlamda yurttaşlar açısından teşkil ettiği güvencenin önemine vurgu yaparken, yargıda her şeyin yolunda gittiğini ve mükemmel bir yapıya sahip olunduğunu söylemeye çalışmıyoruz. Bir adım daha öteye, yargının eleştirilemez, yanlışları söylenemez bir noktaya konulup adeta kutsallaştırılmasına karşı olduğumuzu, böyle bir tavrın eninde sonunda yargının korumaya çalıştığımız temel niteliklerini de tehdit altında bırakacağını düşünmekteyiz. Mahkemelerde işaret edilmesi ve eleştirilmesi gereken pek çok olumsuz husus mevcuttur. Aslında bu hususlar da, tıpkı yasama ve yürütme organı ile ilgili olanlar gibi, yıldan yıla tarafımızdan dile getirilmekte olmasına rağmen; ısrarlı bir şekilde görmezden gelinmekte veya dikkate alınmamaktadır. Ama bu konuda yılgınlık gösterme şansımız yoktur. Tıpkı yargı bağımsızlığını savunmak gibi; yargı hizmetlerinin iyileştirilmesi için eleştiri ve öneri yapmak ve bu konuda talepkar olmak da topluma ve gelecek nesillere karşı tarihsel sorumluluğumuzdur. Bu bağlamda daha önceki yıllarda da çoğunu ifade ettiğimiz aşağıdaki saptamalarımızı, bir kez daha toplum huzurunda ilan ederiz:

Mahkemelerin bina, teçhizat ve bütçe eksikliğine ilişkin yıllardır dile getirilen hususlar, doğru ve haklı olmakla beraber; yargı hizmetlerindeki sorunları bu eksikliklere indirgemek hatalı bir yaklaşım olacaktır.

Tüm kamu hizmetlerinde olduğu gibi mahkeme hizmetlerinin yürütülmesinde de insan faktörü ve çalışma verimliliği çok büyük önem arzetmektedir. Oysa Mahkemede görevli kamu personelinin ezici çoğunluğunun en yalın ifade ile “mutsuz” olduğu açıkça görülebilmektedir. Mahkeme, kendi çalışanlarının sorunlarını göz ardı etmemeli, bu mutsuzluğun sebebini saptamalı, yoğun iş yükü altında ezilen personelin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, adil ve makul bir iş bölümü sağlanması ve diğer sorunlarının çözülmesi için yönetimsel tedbirler almalı ve/veya hükümetten bunu talep etmelidir. Bu yapılmadan, mahkeme personelinin başka daire/kurumlara geçmek konusunda gösterdiği çabayı anlamak da mümkün olmayacaktır.

Pandemi sebebiyle ilerleme kat edilen yargısal işlemlerde dijital/elektronik sistemlerin kullanılması ile ilgili çalışmalar geliştirilerek devam ettirilmeli; bunların yargılama ve/veya duruşma işlemlerinde de kullanılmasının önü açılmalı; özellikle mukayyitlik işlemlerinde teknolojik imkanların insan hatasına az pay bırakan avantajlarından azami seviyede faydalanılmalıdır.

2008 yılında Yüksek Mahkeme tarafından “davaların adil ve süratli bir şekilde sonuçlanması” temel amacıyla Hukuk Muhakemeleri Usül Tüzüğü’ne getirilen ve adına Case Manegement (Dava Yönetimi) denen kuralların beklenen hedefe ulaşmadığı; bu kuralların davaların sonuçlanmasını hızlandırmak yerine tam tersine yargıç ve avukatların ayağına dolandığı; davanın esasından ziyade usule ilişkin duruşmaların ve istinafların yoğunluk kazandığı;  bu kuralların katı uygulanması ile davaların yürütülmesinde yapılan muhtemel hataların telafi edilmesinin zorlaştırıldığı; böyle bir uygulamanın ise temel amaç olan “adalet”e ulaşmayı baltaladığı görülmektedir. Bahse konu kuralların beklenen faydayı sağlamamasının sebepleri, hatta avukatların bu neticedeki sorumlulukları elbette tartışılabilir ama 2008’de yapılan bu değişikliğin, yargılama usulümüze hiçbir olumlu katkısı olmadığının artık kabulü gerekir.

İcra işlemlerine yönelik devrimsel yenilikler getiren ve yargının bütün unsurlarının ortak iradesi veya muvafakati ile 2019 yılında kabul edilen Hukuk Muhakemeleri Usulü (Değişiklik) Yasası’nın Anayasa Mahkemesi’nde dava konusu olması gerekçesi ile yasa değişikliğinin uygulanmasını sağlayacak olan Tüzük yayınlanmamış ve yasanın neredeyse kullanılmadan eskimesine yol açılmıştır. Bahse konu yargı sürecinin tamamlanması ve tüzüğün yayımlanması artık aciliyet arzetmektedir.

Mahkemeler, yargı erkini yargıçlar eliyle kullanmaktadır. İyi bir yargı ancak iyi yargıçlarla mümkündür. Yargıda “liyakat” herşeydir. Avrupa Birliği’nde hemen her ülkede (Kıbrıs Cumhuriyeti hariç) farklı modellerde de olsa yargıç atamalarında yazılı sınav ve/veya objektif kritere dayalı sistemler uygulanmaktadır. Oysa KKTC’de halen, yargıç tayin ve terfileri gizli oyla ve herhangi bir gerekçe içermeksizin yapılmaktadır. Mesleğe giriş ve yükselme objektif ve önceden belirlenmiş kriterlere bağlı değildir.  Göreve atanan, neden atandığını; atanmayan ise neden atanmadığını bilmemektedir. Yüksek Adliye Kurulu tarafından, iyiniyetle ve titizlikle en doğru adayların göreve alındığı düşünülse dahi, bunun izahı yapılamamaktadır. Yüksek Adliye Kurulu’nun son dönemdeki bazı oylamaları, bu konuda daha önce yapılmış olan eleştiri/uyarıların haklılığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Tüm kamuda uygulanan yazılı/objektif kritere ve gerekçeye dayalı atama ve yükselme sisteminin; mahkemeler için uygun olmadığı ısrarından artık vazgeçilmesi gerektiği aşikardır. Bu konuda belirtmiş olduğumuz tüm hususların, yargının bir diğer çok önemli kurumu olan Başsavcılık açısından da aynen geçerli olduğunu ifade etmek isteriz.

Yargının bağımsızlık unsurunun  taşıdığı hayati önemi vurgulamıştık. Unutulmamalıdır ki yargı bağımsızlığı “yargıç bağımsızlığı”dır. Yargıçlar açısından “Anayasa, yasa, hukuk ve vicdani kanaat” dışında bir bağ yoktur, olamaz. Yargıçlara, görevlerini tam bağımsızlık içerisinde ifa edecek koşulların sağlanması anayasal bir ödevdir ve bu ödev herkesten önce Yüksek Mahkeme’nin/Yüksek Adliye Kurulu’nun kendisine aittir. Bu bağlamda, hangi kıdemde olursa olsun, yargıçlar arasında yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili hiyerarşi, kontrol, talimat gibi algılanabilecek uygulamalardan özenle kaçınılmalıdır. “Endişe” mutsuzluk” “huzursuzluk” “eleştirilme veya onaylanmama kaygısı” gibi duygularla görevini ifa eden bir yargıcın, bağımsızlığının da; vicdani kanaatini kullanma iradesinin de zedeleneceği unutulmamalıdır.

Buna karşın yargıçlara ve mahkeme personeline düzenli bir program dahilinde hizmet içi eğitim verilmesinin; mahkemelerdeki hizmet verimliliğini artıracağına ve standardı yükselteceğine inanmaktayız. Standart, adaleti görünür kılmak için, olmazsa olmazdır. Özellikle rutin hizmetler, günlük işlemler ve yargılama usullerinde mahkemeden mahkemeye veya yargıçtan yargıca farklı uygulamalar yapılmasının yol açtığı sonuçların izahının yapılması çok güçtür.

Yargı hizmetlerinin görülmesinde en önemli ve hayati fonksiyonu avukatlar görmektedir. Bu tarihsel bir gerçekliktir. Avukat, hak arayışındaki kişi ile adaleti sağlayacak mahkeme arasındaki köprüdür. Ülkenin içinde bulunduğu kötü tablodan, ekonomik yıkımdan ciddi şekilde etkilenen, ağır yaşamsal sorunları bulunan büyük bir genç nüfusu bünyesinde barındıran Kıbrıs Türk Avukatları olarak, hem kendi sorunlarımızın hem de yukarıda izah etmeye çalıştığımız sorunların çözümü için yıllardır yapmakta olduğumuz gibi iyiniyetle çaba sarfetmeye devam edeceğiz.  Bu noktada, özellikle yargı hizmetlerindeki sorun ve aksamalar bakımından doğrudan ve birinci derecede gözlem ve tespit yapma avantajına sahip olan Barolar ile işbirliği ve görüş alışverişi yapılmasının, yargı yönetimi ile ilgili yetkilerin bölüşüleceği anlamına gelmediğini vurgulamak isteriz.

 

2022 – 2023 Adli Yılının tüm ülkemize hayırlı olmasını diler, en derin saygılarımızı sunarız.

 

 

KIBRIS TÜRK BAROLAR BİRLİĞİ

LEFKOŞA MAHALLİ BAROSU

MAĞUSA MAHALLİ BAROSU

GİRNE MAHALLİ BAROSU

GÜZELYURT MAHALLİ BAROSU

 

20/9/2022