10 Aralık’ta Mesaj Verecek Devlet Yetkilileri Öncelikle Öz eleştiri Yapsınlar


İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul edildiği gün olan 10 Aralık, Dünya İnsan Hakları Günü olarak anılmaktadır. II. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisinin ardından hazırlanan bildirge, tüm insanların hiçbir ayrım gözetmeksizin sahip oldukları ve devletler tarafından korunması gereken haklardan oluşur. O günden bu yana değişen ve gelişen koşullar çerçevesinde, genel ve daha spesifik konulara özgü uluslararası insan hakları sözleşmeleri oluşturulmuştur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bu sayılanlar arasında, bulunduğumuz coğrafya açısından da, en fazla bilinen ve yargılama organı tarafından verilen kararlar neticesinde yaptırım uygulayabilen bir sözleşmedir. Kıbrıs’ın kuzeyindeki mevzuatın bir parçası olması sebebiyle, usulüne göre yürürlüğe koyulan tüm diğer insan hakları sözleşmeleri gibi yasalarımızla eş değerde kabul edilmekte ve Mahkemelerimiz tarafından da uygulanmaktadır.
İnsan hakları, çeşitli dönemlerde etkili olmuş toplumsal mücadeleler neticesinde yasal dayanağa kavuşturulmuştur. Geçmişten bu güne kadar kadınların ve lgbti bireylerin, çocukların, insan ticareti mağdurlarının, hastaların, mültecilerin, işçilerin ve engellilerin haklarına yönelik düzenlenen sözleşmeler, KKTC Meclisi’nden oy birliği ile geçirilmiş ve tüm sözleşmelere yasa gücü verilmiştir. Ama buna rağmen devlet idaresi, ne yaşanan hak ihlallerini ortadan kaldırıcı bir adım atmakta ne de oluştuktan sonra mağduriyetleri ciddi manada iyileştirici mekanizmaları hayata geçirmektedir. Gerek bahsi geçen sözleşmeler gerekse anayasamızdaki temel haklara bağlı çıkarılan yasalar ortada iken, çocuklar yapılan atış talimi ardından unutulan bombaların patlaması ile hayatını kaybediyor, aile içi istismarın ciddi anlamda takip edilmemesi neticesinde oluşan mağduriyetlerde zaman zaman polis teşkilatındaki eksiklerle durumun vahameti daha da artıyor, kadına yönelik şiddeti önleyici ve buna sebebi olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldıracak mekanizmalar işletilmiyor, engelli bireylerin hayata katılımlarını kolaylaştıracak icraatlar akıllara bile gelmiyor, gece kulüpleri başta olmak üzere birçok iş alanında ve yabancı öğrenciler arasında yaşanan insan ticareti vakalarındaki mağdurları koruyucu yasalar mevzuata dâhil edilmiyor, hâlâ bu dönemde “yasaklı kitap” bulundurmaktan dolayı insanlar hakkında cezai takibat başlatılıyor, idare keyfi – masumiyet karinesine aykırı bir şekilde ülkede bulunan kişileri sınır dışı edebiliyor, mülteciler sığınma haklarının yasal güvenceye kavuşturulmaması yanında, geri göndermeme prensibi çiğnenerek geri gönderiliyor hatta ülkelerinde savaştan kaçıp canlarını kurtarmak için Kıbrıs’ın kuzeyine giriş yapmaya çalıştıkları esnada polis tarafından vurulabiliyor, işkence vakaları yapıldığı iddia edilen teşkilat içerisinde sessiz sedasız kapatılıyor – ceza yasasında işkencenin suç olarak düzenlenmemiş olması konunun ciddiyetinin kavranmasını engelliyor, kişiler cinsiyet kimlikleri – cinsel yönelimleri – cinsiyetleri sebebiyle çoğu zaman iş bulamıyor – bulsa bile eşit işe eşit ücret prensibinde yararlanamıyor, vicdani ret hakkı olmadığı için bireyler inanç özgürlüğü hiçe sayılarak hapsediliyor, yoksul kişilerin adalete erişimin önündeki en büyük engel olan adli yardım devlet tarafından sağlanmıyor… Kıbrıs’ta yaşanan çatışma ve savaş dönemlerinde gerçekleşen “kayıp şahıslar, savaş tecavüzleri iddiaları, mülkiyet meselesi” gibi ihlâller, insan hakları perpektifi ile ele alınmıyor. Geçmişle yüzleşme ve bu yönde tesis edilecek adalete yönelik çalışmalar yapılmıyor.
Mensubu olduğumuz meslek sayesinde daha da yoğun bir şekilde tanık olabildiğimiz insan hakkı ihlali örnekleri, bunlarla sınırlandırılamaz. Fakat hepsini sıralayıp buraya aktarmak da pek mümkün olmayacak. Genel anlamda söylemek istediğimiz, devlete bu alandaki pozitif ve negatif yükümlülüklerini hatırlatmaktır. Bu bağlamda devlet kimi hakların elde edilmesi için somut olarak adım atılmalı, yasal eksiklikler giderilmeli, özellikle işkence yasağı ihlali alanındaki cezasızlığın önüne geçmeli, kendi eliyle veya toplum içinde oluşan ayrımcılığı ortadan kaldırıcı mekanizmaları hayata geçirmelidir. Diğer yandan özellikle ifade, düşünce, toplantı – gösteri yürüyüşü ve örgütlenme özgürlüğü gibi alanlarda ise haksız müdahale yaratacak işlem ve eylemlerden kaçınmalıdır. Mesela 15 Kasım’da sokakta gerçekleştirilecek eylemlerin engellenmesine dönük girişimler kabul edilmezdir.
Sonuç itibariyle K. T. Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi olarak, insan hakları alanında, yasal boyuttaki ilerlemelerin uygulamaya yansımadığını hatırlatmak isteriz. Devlet ya iç hukukuna dâhil ettiği uluslararası insan hakları sözleşmelerini uygulayıp mevzuatını bu konuda daha da zenginleştirecek ya da demokrasi ve insan hakları karnesinin günden güne kararmasına göz yumacaktır. Ayrıca bugün açıklama yapacak idarecilerin, bu noktayı es geçmeyip, en azından öz eleştiri yaparak konuşmalarını talep ederiz.
K. T. Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi (a)
Av. Aslı Murat